41,8795$% 0,23
49,0157€% 0,44
5.848,54%0,45
TIKMAN..
Güneş, en güzel günlerini dağların tepesine doğurularak açardı. Her sabah ezanı sonrasında, tülü perdesi bir kenara sıyrılan cam yukarı kaldırılır, kelepçesi çözülen tahta kapakların soğukluğu duvara kapanırdı. Toprakla hampa otları titreten çiğ damlaların ışıltısı o an gözle buluşunca adeta, ayak basmadığın gidip görmediğin yerlerin havası solunur, yeni günün ilk nefesi buz gibi burun sızlatırdı… Rüzgâr estiğinde kapaklar çarparak kapanmasın diye, pencereye aralıklarla dizili demirlerin birinde, ilmekle asılı iki uçlu bez parçasına oklava bağlanırdı.
Mutfak camının genişliği kadar içeriyi gün aydınlatırken haricen lamba yanmıyordu.
“Bereketli olsun alaf yufkası” dediğinde Nazmiye Hanım: “sağol Peri, gel buyur birlikte olsun” dedi.
Terek yönünden yufkaları çevirmek için dal odunların arasına bakarak evşünü aradı, göremedi. İki-üç adımla sobaya yaklaştı. Arkalık da, ufra tozuna bulanmış yere yatık alelade duran; olsa olsa bir olimpiyat meşalesinin dümdüz edilerek yapılmış halindeki evşünü gördü. Kuzinenin arkasına dolanmaktansa sofra örtüsünün bir yanını katladı, odun kabını kendine doğru çekip yere diz çöktü. Altına doğru kolunu uzattığında yaşmağın uçları odunlara değiyordu. Halkasından sıkıca tutarak aldı. Odunun üzerine iki kez vurup ununu döktü. Kabı tekrar ileri sürerek bezin katını serdi. Üst üste biriken yumuşacık altı yufkayı ters-yüz ederek işe koyuldu.
Uzak akraba-yakın akraba dediği kimselerin evlerine gittiğinde işlerine yardım eder, çoğu kez kendini kaptırarak çalışır; çantası varsa çantayı, ip getirmişse ipini, ziyaret ettiği evlerden ayrılacağı an giderayak eline aldığında söyleyeceğini hatırlar, bir şey getirmediyse eğer oraya niye gittiğini hatırlamazdı; bir anlamda çalışa çalışa iş delisi olmuştu…
Kınalı saçları yaşmağın kenarından tel tel görünürken: ‘saca, sobaya değmesin’ diye gevşek düğümü sağ eliyle açtı. İki kanadını birden aşağı doğru çekip dırangaya getirdi. Uçları ensesinden çaprazlama geçirerek sol kulağın üstüne tıstıkman yan bağladı. Yüzü gözü kabak çiçeği gibi ortaya çıktı. Başının üstüne atması gereken düğümü nadir de olsa yan tarafa bağlayan kızlar olur, bunlardan biri de Selcan’dı.
Çene altından köprülü bağlama şekli evli kadınlara mahsus, tıkman ise genç kızlara özgüydü. Peri bu kuralı önemsemez rahat davranır, birkaç kişiyi uzaktan gördüğünde çarçabuk örtüsünün şeklini değiştirip yaşmağını ortalar, sağ kenarı sol çene altına sıkıca kıstırıp sol tarafı da sağ yanağın iç tarafına doğru iterek düğümsüz bağlamış olurdu. Tıpkı uslu başlı kadınlar gibi görmesine engel olan kenarını bir kez daha yanağın içine kıvırırdı. Yakayı, bağrı kapatan örtüsüyle en fazla namaz kılar, bir Allah’ı unutmaz, çoğu zaman aklı rüzgârlaşırdı.
Elalemin sözüne inanan kocaları tarafından iftiraya uğrayan çilekeş kadınlar uzun, bembeyaz beze bürünür; -fırtına kopsa sargıyı açamayacak- başının her yerini sarıp sarmalar adına da: “bürük çekme” denirdi. Namahrem erkeklerle göz göze gelmemeye olabildiğince gayret gösterir, ev halkından hariç insanlarla görüşüp konuşması olmazdı. Velev ki konuşulması gerektiğinde çocuklardan biriyle haber gönderilir; aradan birkaç sene geçtikten sonra bürük sargısı açılır yerine renkli uzun başörtü kullanılırdı. Her ne olursa olsun iftira başörtüsünden çıkar, kalpten çıkmazdı. Kalbe buğzetmenin ağırlığı ise ancak Yaradan’a aitti.
Şehirde olduğu günlerde Nazmiye Hanım’ın eşiyle beraber bir yere gitmesi gerektiğinde, kiremit renkli eşarbını bir düğümle çenesinin altına bağlar, omuzlarına mantosunu, ayağına da topuklu ayakkabısını giyerdi… Diğer günlerde sokağa çıkmak istediğinde yanında çocukları olur, tek başına sağa sola gezmeye gitmezdi.
Osman Bey üç ayını köyde geçirirken fındık vakti yaklaştığı sıralar; sabahtan-karanlığa değin bahçede çalışan eşi için: “ev işlerinde yardımcı olsun” diyerek Peri’yi yatılı alırdı. Dağdan, yaylalardan başka yer bilmeyen genç kızın köyde tanımadığı kimse yoktu; ilkokuldan sonra ailesi okutmamış mektebe de gitmeyip sadece namaz surelerini öğrenmişti. Nazmingesini sever, bir dediğini iki etmez; kanaviçelerine hayran hayran bakar kalırdı. İşgüzar, emektar kadının vakti olsaydı Peri’ye de bildiklerini öğretirdi… Bunca iş-gücün arasında, yıkanacak varsa akşam olduğunda elde yıkanır, yevmiyeci yemekleri ayrı, evin ki ayrı yapılır, çocuklar tertemiz pırıl pırıl olacaksa hep akşamleyin yıkanır, gün ışımasıyla da evine giderdi.
Henüz boyu boylanmamış huyu huylanmamış Selcan, söyleneni anlamasa bile en azından, söylenen bir şeyi yapma çağına geldiğinde Peri artık gelmez olmuştu; omuzlarında büyüdüğü ablasını aramamış: “benim ablam nereye gitti” diye sormaya o çağlarında yaşı da, aklı da yetmemişti. Evin kızı, evin ablası, bacısı; “iş gören ellerin dert görmesin” diye söylenen dualar hep Peri içindi. Yıllar geçince ablası olmadığını öğrendiğinde Selcan hayal kırıklığı yaşamış bir başkası onun yerini dolduramamıştı…
Öyküdeki Anlamı | Tıkman: Cenber ile yaşmağı bağlama şeklinin adıdır. ‘Tıstıkman’ şeklinde kullanıldığında bağlamanın, sıkı sıkıya-sımsıkı yapıldığı belirtilmiş olur.
Yeni İş Birliği Mi ?