38,2607$% 0.11
43,7293€% -0.81
4.154,84%-1,29
09 Nisan 2025 Çarşamba
Kemanımla Onun Karşısındayım / Berkay GÖKTAŞ
Aklımda Kalan Yer; Kabakdağı Köyü.
Ünye Ve Zemin Sıvılaşma Problemi
Varilci ve Variller / Metin GÖREN
Tarımda Nisan Ayı Mesaisi Başladı /Selim ÇELİK
Başkan Kim, Gölge Kim? / Tayfun TURAN
Gazetemizin haberlerinde Fatsa ilçesinin turizm noktalarının haberini görünce, benimde ilk olarak arkadaşlarımla tohum takas şenliğine gittiğim ve aklımda kalan bir yer olan Kabakdağı köyü tekrar aklıma geldi. Fatsa’nın turizm rotasına bu köy konulmadan olmazdı.
Aklımda kalmıştı taa o zamandan. Bir dahakine buraya bir misafirimle gelmek istiyorum diye de aklıma koymuştum. Sonrasında da kısmet oldu ve ailemle küçük bir vakit geçirmek için tekrar yolumuz Kabakdağı köyüne düştü.
Turizm amaçlı kültür ve yöre gezilerinde geçmiş dönemlerin yapılarını görmek, kendi lisanlarıyla yaşanmışlıklarını ve değerlerini dinlemek, yemeklerini tatmak, kederli ve mutlu günlerine şahit olmak gerekiyor.
Fatsa Kabakdağı Köyü de tamda öyle yerlerden bir yer. Mübadele zamanlarında Gürcülerden bir kısmının toplu olarak göç etmeleri ve bu bölgede yerleşerek hayatlarını burada devam ettirdikleri, gelecek nesillerini gelenekleri, değer yargıları ve çevre kültürlere uyum sağlayarak doğanın elverdiği ölçüde yetiştirdikleri bir yaşam alanı.
Son yıllarda köyün vizyon sahibi kişileri tarafından bölge halkının organize edilerek geçmişten günümüze kadar olan yapılarını, yaşanmışlıklarını, mücadelelerini, adetlerini misafirperliklerini yansıtarak yaşadıkları toprakları turizme açtıkları bir kültür bölgesi.
Bölgede küçük bir yapıda nice nesiller yetiştirilmiş ve şimdilerde korumaya alınmış eski yapıların yanında, onlara uyarlanarak taş ve ahşap mimaride yapılmış yeni yapılarda görüyorsunuz.
Sadece yapılarını korumamışlar, aynı zamanda değerlerine sadık kalarak dillerini şiveleriyle, yemeklerini de damak tatlarına uygun olarak bugünlere kadar getirmişler.
Kabakdağı Köyünde Zaprana Restoranda bir kaç saatimizi geçirdik. En çok dikkatimizi çeken işletme sahiplerinin nezaketli, evlerine misafir gelmişcesine bizleri karşılaşmaları ve hazır bekleyen masa oldu. İşletme sahibi hanımın ve eşinin bizim meraklı sorularımıza aydınlatıcı cevap verişleri, kendilerinin ve köylerinin kültürleri ile ilgili detayları paylaşırken kullandıkları üslup ve dilleri bizi etkilemişti.
Kabakdağı Organize Yaşam Bölgesi, ailenizle daha sıcak ve bir arada vakit geçirebileceğiniz, geçmişin muhasebesini yapabileceğiniz, aynı zamanda bir kaç günü sakin vede yalın bir şekil değerlendirebileceğiniz, kendinize yeni bir yaşam biçimi benimseyebileceğiniz, günlük rutinlerinizi farklı bir kültür, farklı yaşam tecrübeleri, farklı lezzetler ve faklı değerlerle tecrübe edebileceğiniz doğayla iç içe bir yaşam bölgesi.
Bakıyorum herkes yorgun ve bezgin. Fark etmek istemiyor etrafındakileri.
Nedendir acaba?
Biz değil miyiz Allah’ın bize verdiği nimetlere şükrederek yaşaması gereken? Biz değil miyiz elimizin, gözümüzün, dilimizin, kalbimizin ve ayaklarımızın yaptıklarıyla Allah’a ulaşacak olan?
Ama nerde kaldı?
Bazen düşünmek yetmiyor. Bazen bir şeyleri yapıyor olmak bile yetmiyor insanoğluna.
Nedendir bilinmez.
Bu insan denilen varlık çok karmaşık.
Bazen de çok basit.
İnsanoğlu bir yerlere sadece uzuvlarıyla yaptığıyla ve tek başına ulaşmak istiyor. Hiç sağına soluna bakası yok. Başını kaldırıp dikmiş tepeye gözlerini, arkasına yanına bakmadan sadece ben diyor. Tek başına ulaşmak istiyor sonsuza.
Elimizdeki ürünün kapladığı yer kadar oluyor ambalajı. Kırılacağını, döküleceğini, ezileceğini hiç düşünmeden daha büyük ambalajlar yapmadan gönderiyoruz ulaşması gereken yere.
Olabilir mi sizce?
Elimizdekileri sarmadan, korunaklı hale getirip büyük paket yapmadan ve ambalajlamadan sunabilir miyiz veya gönderebilir miyiz gideceği yere?
Ürün hassassa, onu korumak için köpüklere sararlar, ürün hareket etsin diye yumuşak yastık misali kağıt parçaları koyarlar. Ürün kırılmadan sahibine ulaşsın diye.
Çünkü ürün de kıymetlidir, gittiği yerde, gönderen de.
Biz, hesabımıza yazsın diye Allah’a ulaştırmak istediklerimizi hiç korunaklı hale getirmeden, işlemeden, başka el değmeden, ham madde gibi gelişi güzel gönderiyoruz.
Biz sadece kendimiz ulaşmak istiyoruz Allaha. Ne güzel nimetler vermiş diye yediğimize bakıyoruz. Gölgelendiğimiz ağaca bakıyoruz. Doğan çocuğumuza, içine doğduğumuz varlık dünyasına bakıyoruz. Çünkü bizim nefsimize hoş geliyor ve bir fayda sağlıyor diye.
Hiç ruhumuza iyi gelene, duygularımızı, hissiyatımızı, aklımızı çalıştırana, fark edilmeyi sağlayana bakmıyoruz. Yanımızdakileri görerek fark ederek, beraber yürüyerek çıkmayı düşünmüyoruz huzura. Acaba neden var, niçin buradayım, niçin burada, neyi görmem gerekiyor, neyim eksik demiyoruz.
İnsanı görmeden, teraziyi dengelemeden, kalanı ulaştırmak istiyoruz Allah’a.
Bazen sadece takip ederek, biraz arkaya yaslanıp düşünerek, biraz muhasebe ederek, biraz da şans verip el ele vererek ulaşmayı denemeliyiz Allah’a.
Ah sarı sayfalı defter. Senin sayfalarını karıştırmayalı uzun süre oldu.
Tabi bu arada bir gezi yaptık onu paylaşmıştım sizinle. Sonrasında büyük babamı kaybedince aklımda hep o ve çocukluğum vardı. Bu yüzden sana dönemedim.
Bir kaç gündür seni elime aldım ve tekrar sayfalarını gözden geçirdim. İlk seni okumaya başladığımda bir başlık sürekli dikkatimi çekmişti. Çünkü bir kaç sayfada bir onunla ilgili duygular ve düşünceler ifade edilmişti bana.
Tabi ne olabilir ki bu başlık.
“HÜRRİYET ”.
Ne demiştim; bu sarı sayfalarda Türkiye’nin bir dönemi yazılıydı. İçinde bu konu ve tabi duygular vardı. Benim bu yaştaki bir çocuğun bu kadar büyük bir duyguyu kaleme alması çok dikkatimi çekti. Bence herkes evinden, annesinden, babasından, memleketinden ve arkadaşlarından ayrılınca onları ve sevdiği bir kaç şeyi özler diye düşünmüştüm. Ama karşıma “ Hürriyet” çıkınca yüreğime oturmuştu…
Sarı sayfalara “HÜRRİYETE MEKTUPLAR” başlığını atmış her seferinde.
Acaba o zamanlarda bir çocuk “hürriyet” kelimesinden ne anlıyor ve ona ne anlam ifade ediyordu.
Yazıları okuyunca; hürriyetinin elinden alınması onun için evden ayrı kalmak olmadığını, daha büyük anlamları olduğunu gördüm. Düşüncelerinin bastırılması, yapacaklarına engel olunması, ideolojisine ara vermesiymiş onu anladım.
O kadar büyük ki bu kavramlar. Bedeninin değil de, yolunun kesilmesi, geleceği planlayamamak, düşüncelerini aktaramamak, savunmada bulunamamak ve yapacaklarının dört duvara sıkıştırılması onu fazlasıyla yıpratmış.
Ancak bu insanlar böyle şeylerden yılmazlar.. Sadece biraz dinlenme, biraz demlenme vakti, galiba derler ve hürriyetlerine kavuşacakları günü sabırla beklerler. Hürriyetlerine kavuştukları gün ise; kaldıkları yerden yine azimle yollarına devam eder ve ideolojilerini sürdürürler.
Tıpkı bu sözü gibi. “Döneceğim ve seni yeniden hayata döndüreceğim.”
Bu yıl bir kaç şehir dışı gezisi yapmak kısmet oldu şükür. Gezmek güzel tabi. Şurayı merak ediyorum diye yola çıkınca da ayrı bir heyecan oluyor. Bu sefer rotamızı Batı Karadeniz’e çevirdik.
Tabi ilk durak Amasra oldu. Amasra denince ilk akla gelen isim Barış AKARSU oluyor. Parkta heykeli yapılmış ve şehrin simgesi bir isim rahmetli. Adalar kemer köprü ile birleşmiş ve şehir bu şekilde güzel bir liman kenti olmuş.
Kastamonu Kalesi. Şehir merkezinde ve zirveye ulaşım çok kolay. Şehrin tacı konumundaki kale hakim bir konumda ve bütün Kastamonu ayaklarınızın altında. Buradan kenti panoramik olarak seyredebiliyorsunuz.
Kastamonu merkezde Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Şerife Bacı’nın anıtı yer alıyor. Şehrin göbeğinde gençlere nefer olacak bir kahraman kadının heykelini görmek insanı derin düşünceye ve yutkunmaya sevk ediyor. Birden aklım o dönemlere gitti ve rehberimiz onun vatan savunmasında ne koşullarda yer aldığını anlatırken bu ne büyüklüktür dedim.. Vatan savunması için küçücük bebeği ve önüne kattığı hayranlarıyla büyük bir görev üstlenmiş ve bende varım demiş. Bebeğini ve mermileri korurken çok acı bir şekilde donarak hayata veda eden kahraman bir kadın.
Beni tarih çok ekilemeye başladı. Yine tarihi bir yer, Safranbolu Yörük Köyü. Köye girdiğimizde bütün evlerin yüzyıllık olduğunu görmek şaşırtıcı. Nasıl bozulmadan bu zamana kadar ayakta kalabilirler anlamak imkansız. Cumbalı evler. Her bir evin avlusu var. Devasa büyüklükte kapılar, pencereler işlemeli. Her biri birbirinden güzel yapıların dokuları korunmuş. İnsanı da öyle. Kültürlerini ve geleneklerini devam ettiriyorlar. Sosyal medyadan tanıdığımız meşhur Filiz Teyzeyi de bu köyde ziyaret etik. Köyünü ve kültürünü kendi üslubunu ve anlatımını dinledik. Bu arada Kastamonu’da bir çok yatır bulunuyor. Biz bir kaç tanesini ancak ziyaret edebildik.
Gezimizde kanyonlarda vardı ama yağmur nedeniyle gidemedik oralara. Artık bir dahakine diyelim. Ama onun yerine Daday ilçesi Boyalılar Köyünde Kılıç At Çiftliğinde bir mola verdik. İşletme sahibi gününüzün gereksinimlerini iyi düşünmüş ve yatırımını ona göre yapmış. At çiftliği, kafesi dinlenme alanı ile aile işletmesi olarak bu tesise hayat vermişler.
Tabi çiftlik olunca köpeği de olacak kedisi de. İnsan canlısı keçileri bile var. Ben tabi çok korktuğumdan kapalı alana kaçmak zorunda kaldım. Çünkü insanın üstüne çıkıyorlar, elindekini önündeki beraber yiyorsun. Tam çocuklu ailelere göre bir yer.
İşletme sahibi beyefendi işini severek yaptığından, işine son derece hakim. Bütün gereklilikler işletmede mevcut. Çay bahçesiyle gözlemeleriyle diğer ikramlarıyla tesis son derece güzeldi. Aile ve çalışan kızlar çok cana yakın ve samimilerdi.
Güzel bir ekiple, güzel bir gezi oldu.. Ama küçük bey ve küçük hanımı unutamayacağım.. Arabada onlarla konuşmak eğlenmek çok güzeldi.
Bu yıl bu kadar gezi yeter. Biraz çalışalım ve yeni rotalar oluşturalım. Bakalım kısmet nereye.
Hedefler Mutluluk Getirir Mi?
Her şey yerindeyken neden mutsuzuz? Yetişkin insanız. Sağlığımız çok şükür yerinde. İşimiz var. Aklımız çalışıyor. Yanımızda ailemiz var. Sevdiklerimiz ve bizi sevdiğini düşündüğümüz insanlar da var olduğuna göre; bizi ne aşağıya çekiyor da aklımızı karıştırıp; sürekli o mu bu mu, ya öyle olursa, olmuyor işte, ben öyle istemiyorum dedirtiyor?
Neden bir karar vermekte zorlanıyoruz. Neden bir yolu benimseyip, bu yoldan gitmek istiyorum, ben bunu tercih ediyorum diyemiyoruz? Veya tercihlerimizi yapmışken neden hala tereddüt halindeyiz?
Ne olmuyor?
Ne eksik?
Yada ne fazla geliyor bize?
İnsan çok karmaşık bir yapı. Bunu kolaylaştırmak ve zorlaştırmak bizim elimizde. Hani ülkelerin, yönetimlerin, kurumların kısa ve uzun vadeli planları olur ya, onun gibi insanlarında planları olursa ellerinde, ancak o zaman insan mutluluğu, ömrüne ne çok şey sığdırdığını ve hayatının verimli geçtiğini hisseder diye düşünüyorum.
Hedef hedef!
İnsanın bir amacı ve değer yargıları olmalı. Yarın işine hazırlanmak gibi. Tatil planı gibi. Bir çocuk yetiştirmek, bir yatırım planı ortaya koymak, bulunduğu yerde değer üretmek, çevresine duyarlı olmak, en yakınındakiler beklentilerini ve isteklerini yerine getirmek üzere duygularını ve becerisini ortaya koymak ve bunun için elinden geleni yapmak gibi. Değerlerini ve benimsediği fikirleri hep aklında tutarak onunla hedefine odaklanmalı, yoksa sarsılmak, sağa sola çarpmak kaçınılmaz olur. Biz bunları temel alarak üzerine bir şeyler inşa etmeliyiz.
İnsan çevresindekileri ve elindekileri harmanlayarak yukarıya taşıyabildiğinde, çoğaltabildiğinde, beklentilerinde net ve kararlı olduğunu iletebildiğinde mutluluğun kendiliğinden oluştuğunu görecektir. Tabi bu sadece bir kişinin yapabileceği bir şey değil. Büyüyebilmek için karşımızdakinin de beklentilerin gerçekleşmesi için üstüne koyması ve vazife edinmesi gerekir. Bu sevgi, iş, çocuk, aile, çevre ve toplum için gereklidir. Aile ve toplum ancak bu şekilde güçlü ve üretken olabilir. Yoksa gerileme ve çöküşün arkamızdan hızlıca geldiğini görürüz.
Bizim hedeflerimiz olmalı değerlerimizle sarılmış. Büyük hedeflere kararlı adımlarla gidilir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.