38,8411$% -0.02
44,1073€% 0.5
4.138,35%0,72
Deseni paha biçilmez halı dokur gibi ördüğü saçlardan sonra Nazmiye Hanım, kızını yolcu edip Mercan’la balkona çıktı. O sırada Selcan, binanın merdivenlerini ikişer atlayıp tüm gücüyle koşuyordu. Sokağın kaldırımları sona erdiğinde okulun ana girişi görünecekti. Son sürat adımlarıyla savrulan örgüsü; fırtınada bilenen ağaca benzerken, gür bir sesle beraber:
‘Rahat. Hazır ol.’ Komutunu duymuş hemen ardından söylenen: “günaydın çocuklar” sesine karşılık: “gün aydın” demeye yetişememişti. Ana kapıdan içeri girdiğinde sınıflarına ilerleyen öğrencilere karıştı.
Evden erken saatte çıkan kardeşleri Ahmet ile Mehmet 23 Nisan İlkokulu’na varmışlardı bile…
On iki Eylül ihtilalinin ertesi yılı doğan Ahmet, adım atmaya yeni başladığında havale geçirmişti. Zaman kaybetmeden hastaneye götürülen çocuğa Menenjit teşhisi konulmuş fakat hastalığın genel tanımı; soğuk havalarda mikroplu damlacıkları soluduğu ve bu mikrobun, beyin-omuriliğini örten zarını iltihaplı hale getirdiği, iltihabın ise beynin işlevini sürdürmesine engel olduğu, hasta yakınlarına söylenmemişti.
Kısa ve öz anlatımla Doktor: “İki dakika sonra getirseydiniz felç olabilirdi… Bu hastalık ardı sıra izini… Eserini bırakır…” demişti.
Kalıcı izi (eseri) hakkında ise: “İstemediği şeyleri zorla yaptırmayın, çocuğu serbest bırakın, sizden istediklerini alın, almıyorsanız ve dediğini yapmıyorsanız önünden çekilin” uyarılarında bulunmuştu. Gün geçtikçe beti benzi solan çocuğun iyileşmesi besbelli özel ilgi istiyordu. Aileye yakın kişilerce adına bir süre: ‘havaleli’ denmiş, gün geçtikçe: ‘eserli’ sıfatı benimsenir olmuştu.
Okul sezonu bitince göç ettikleri köylerinde, hastalığın bilinen isimleri arasında; havaleli (doktor kendi haline bırakın dedi.) Eserikli (eserisi var) yorumları, zamanla şekil değiştirip daha korkunç söylemle; menenjitli (Allah’ın menenjitlisi) diye anılır olmuştu.
Ahmet’in hastalığından önce de ailedeki çocuklar hastalanır, bazıları ölümle sonuçlanırdı.
Çocuklarına gözü gibi baktığını düşünen Nazmiye Hanım; vefat eden evlatlarının ardından kalbinde, ateşten bir iz (eseri) taşır, kalbi yandıkça dili lal olur, dünyaya getirdiği bebeklerini kucağına aldıkça: “Neyin var… Dölün mü var?” diyen kayınvalidesine karşı, siper yeri de bek (sağlam) olurdu. Kimi an, yüreği dağlanınca dayanamaz; sağ elini yumruk yapıp sinesine vurarak:
Hatırımda yok yüzün
Sesin kulaklarımda
Her akşam ezanıyla
Eğilirim toprağa…
Der… Dese bile nice nidalarının duyulmadığı, su gibi akıp giden günlerde; kalan sağlar benimdir ilkesini kanıksayıp, canı-kanı yerinde olanlara özen gösterirdi. İtina gösterdiği evlatlarıyla bağda bahçede çalışır, köyde ev varken ikincisi yapılır, evine gelen-giden kusursuz şekilde ağırlanır; okul döneminde şehre, yaz tatilinde tekrar köye giderek her sene bu döngüyü devam ettirip, yaşam tarzının başarıya ulaşmasını sağlardı.
Menenjit izi, çocukta kendini belli etmeden aradan dört sene geçmişti. Eğitime yeni başlayan Ahmet, abisi Mehmet’le birlikte, ailenin geleneksel eğitim yuvası olan okula gidip geliyordu.
İki öğrenciyi mezun edip, ikisine de eğitim veren bu okulu Selcan on bir yaşında bitirmiş, hatta son sınıfında okurken; parasız yatılı sınavı için babasıyla Trabzon’a gitmişti.
Parasız kelimesini hiç bilmiyorken, yatılı kelimesinin anlamını sınava girmeden önce; hafta sonları kaldığı kuran kursundan biliyordu. Hafta içi ilkokul-hafta sonu kuran kursu; ikisi arasında bulunan hassas çizgiye, yaşının ufak olmasından dolayı uyum gösterir. Küçük kız bu dengenin ne vakit başladığını da bilmezdi. Herhalde aile kuralıydı.
Sınavı kazandığı vakit, yaşamında oluşacak değişime adam akıllı kafa yormaz: “niye yatılı okul?” Sorusunu da sormazdı. Ancak eğitimle başlayan ne olursa, okul ya da kurs fark etmez okur, buna rağmen yatılı olan sınavlarda başarı gösteremezdi. Sınavın olduğu gün; dışarıda onu bekleyen babası: “izin almadan sokağa çıkamaz, gittiği yerden haberim olur, kız çocuğu ne de olsa tedbirli olmak gerek” diye düşünmüştü. Bu düşüncesinden kısa bir süre sonra açıklanan sonuçta; -Selcan sınavı kazanamamıştı.
– Osman Bey: -bir kez kızını sınava götürmekle- “Ben elimden geleni yaptım” demiş eşi Nazmiye Hanım’la beraber: ‘bundan sonra olanı kabul edecek’ duruşunu sergileyip yatılı kuran kursuna devam etmesine karar vermişlerdi.
Okul sezonu biter bitmez gittikleri köyünde; Orak ayı gelene değin eski caminin tek göz odasında köyün çocukları toplanır, Selcan mektebe de uyum sağlardı. Şehirde hafta içi örülen saçları, köydeyken beş gün boyunca örülmez üstelik aslan yelesi gibi porsumuş olurdu. Öztürk dedesinin hacıdan getirdiği saçaklı eşarbı, eserikli saçlarına örter, sol eliyle Elif-Ba cüzünü sinesine yaslar; odun istifinden bir dal odunu da sağ eline alıp her sabah, mektebin yolunu tutardı…
Öyküdeki Anlamı | Eseri Bırakmak: Hastalıktan veya herhangi bir nedenden dolayı insan yaşamında yer edinen olumsuz durumların kalıcı izleridir.
***
Yazan: Fatma Civelekoğlu Geçer | 22.04.2025
Eseri, Eserli, Eserikli Anlamı Üzerine Birkaç Kaynak İsimleri:
Eseri: Enser.
Eserik: Eserli
Eserli, eserik, eserük, eserüklü, esirek, esirik: Delişmen, deli.
Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü, TDK Yayınları, Cilt: III, Ankara, 2019
Eserli: 1. Hastalıklı. 2. Deli.
KAYA, Mevlüt, Bir Çepni Köyü Tarihi ve Kültürü, Yüksel Ofset, Samsun, 2007
Esera: Bir nesnenin mevcudiyetine delalet edecek bir şeyin husule gelmesi; ortaya çıkması.
İSFAHANİ, Rağıb El, Müfredat Elfazı’l-Kur’an, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları,
İstanbul, 2018
Ünye Okul Sporlarında Çıtayı Yükseltti.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.